Hayrettin Karaman


Aşağıdaki yazıyı Hayrettin Karaman Bey gibi düşünenelere ithaf ediyorum. Bir önceki

yazımda

kendisine mail yazdığımı belirtmiştim. Doğrusu cevap beklemiyordum ama sağolsun lutfetmiş ve kısa cevabında şöyle demiş:''Sizin tasvip etmeme hakkınız var. Ayrıca ilminiz varsa beni tenkit de edebilirsiniz.Ben ictihad ve tercih selahiyetini bilgimden alıyorum. Bunlar bir makamdan veya şahıstan alınmaz.''

 

İlmi, gerçekleri görmesine öyle perde olmuş ve kibre sürüklemiş ki, ''benim'' diyor. Yani, pilotlukla ilgili kitapları okumakla hayatım geçti, gider pilot kabinine oturur; yolcu uçağını havalandırır ve hedefteki hava limanına sorunsuz indiririm ! Elbette kendisinin insan olarak şahsına hiçbir garezimiz olamaz. Kariyerli meslektaşlarından olsam bu akla gelebilirdi. Burada 3-5 kişinin okuduğu ve canfm.info ve bazen zehirli.org gibi yerlerde yazıları yayınlanan biri olarak alim de değilim amma tek dediğim alimleri tanırım. Kim ehl-i sünnete ve usul-ü fıkha ''ilm-i emanet'' duygusu ile hassas bağlı; kim İbn-i Teymiyye ve taifesini kendisine imam yaparak Türkiye ve İslam dünyasında kalemşörlük yapıyor, işte onu az çok bilme nasibine erişenlerdenim diye şükretmekteyim.

 

 

Sayın Hayrettin beye sözü uzatmayacağım sadece İslam fıkhına ''bana göre böyle'' mantığı getireren İslamoğlu, Ateş, Beyaz , Öztürk ve Karaman beşi bir yerdesi olarak büyük zarar verdiklerini, bu vebali yüklenme cür'etinden tevbe etmelerini acizane tavsiye ederek şunu soracağım: İmam Suyuti (ks) hazretleri mi daha alim zatınız mı? İkincibin yılın müceddidi İmam-ı Rabbani (ks) hazretleri mi daha alim, zatınız mı? İki isim verdim, sebebi aşağıda, geçen yıl bir yerde yayınlanan yazımdadır.

 

 

Müctehid ne demektir ?

 

 

İçtihad eden, çalışan çaba sarfeden; ihtiyaç hasıl olduğunda Kitap, Sünnet ve İcmadan hükümler çıkaran bilginlerdir.Fetva verebilmek için gerekli olan şartlar şunlardır :

 

 

1-Müslüman olmak; erkek, kadın farkı yoktur.
2-İyi niyet bulunmalıdır, halkın yararının bulunması bunun işaretidir,
3-Fetva veren ilim ve vakar sahibi olup, soğukkanlı ve dengeli birisi olmalıdır.
4-Fetva verilen konuda derin bilgi sahibi olmalıdır,
5-Fetva veren üzerinde hiçbir baskı olmamalı İslami manada "hür" olmalıdır.Siyasi yönetimlerden ve halktan müstağni olmayan kimsenin ictihadı ile amel edilemez.Allah Teala'nın indirdiği hükümleri çirkin görüp; kendi heva ve hevesleriyle hüküm icad eden tağuti güçlerle cihad etmek "farz-ı ayn"dır.Tağuti güçlerin velayetini kabul ederek; onlardan görev alan bir kimse "sadık ve adil" olma hasletini yitirir. Dolayısıyla velev ki müctehid seviyesinde ilme sahip bile olsa, o kimsenin "fetva"sı ile amel edilmez.[1]
6-Fetva verende hak ile batılı ayırd edebilecek kuvvet bulunmalıdır.Bu insanları tanımak, örf ve adetleri bilmekle ile olur.

 

 

İlahiyat fakültesini bitirip, doktora yapmakla, profesör olmakla müçtehid olunmaz. "Müctehidi taklid etmek vaciptir".[2]

 

 

Bundan başka arapça, gramer, sarf, nahiv, nasih, mensuh, muhkem, müteşabih, hadis, siyer, tefsir, belagat, usulü fıkıh, illet, lafzı mutlak-müşterek, müfesser, maslahat, içtihad, istihsan, kıyas, icma, sünnet, adalet, güzel ahlâka sahip olmak gerekir..

 

 

Yine ahkâm ayetlerini ve hadisleri va'z edildikleri zaman, illet, sebep ve şartları hakkında kesin bilgi sahibi olmak, sebeb-i nüzul, sebeb-i vürud konusunda ihtisaslaşmış olmak..Fıkıh mevzuatını teşkil eden şer'i hükümleri ifade eden istilah ve sözlerin kıymetini hakkıyla ve “tam” olarak bilmek...Şer'i hükümlerin İslamiyetin ilk üç devresinde nasıl tatbik edildiklerini ve bu tatbik şekilleri arasındaki ihtilafları, müftabih kavillerin hangileri olduğunu bilmek..İslam fıkhının tam bir faaliyet içerisinde bulunduğu devirlerdeki içtihadları ve bu içtihadlar arasında hangileri ile hükmedildiğini iyi bilme mecburiyeti vardır.[3]

 

 

Mezhepsiz refomcular bu şartları da kabul etmezler.Zira onlarda çok iyi bilirler ki, bu şartları kabul etmek demek, günümüzde bu şartlarda adam olmadığını da teslim etmek, itiraf etmek olacaktır.Bu durumda da kendileri nasıl müctehid, imam olacaklar, nasıl ictihad edecekler !

 

 

Hastanenin pansumancısı, doktor gömleğini giymekle ameliyat yapsaydı, tıp okullarına ihtiyaç kalmazdı ! Birileri kendilerini müctehid ilan ediyorlar-ki ilerki sayfalarda inşaallah örneklendireceğiz- uyduları da mesela bir Mevdudi’yi, Karaman’ı, Kardavi’yi asrın müctehidleri ilan ediyorlar! Ben yaptım oldu mantığı..

 

 

Yusuf Nebhani hazretleri “İmam Suyuti (rh.a.) hazretlerinin zamanında kendisinin ictihad edebileceğini söylediğinde, asrının alimlerinin ayaklanıp mutlak müctehidliğini kabul etmeyip; kendisine sorular sorduklarını, imam-ı Suyuti hazretlerinin bu soruları cevaplamadığını ve mazeret beyanı ile, “mutlak” müçtehidliğinin geçerlilik kazanmadığını” bizlere naklediyor.[4] Sekiz yaşında hafız olan İmam-ı Suyuti hazretleri (vefatı m.1505) beşyüz kadar çok kıymetli kitablar yazmıştır.Hadis imamı ve müctehid olan Süyuti hazretleri, daha yirmi iki yaşında (Celaleyn) tefsir yazmaya başlamıştır.

 

 

İmam Gazali rahmetullahi aleyh hazretleri (rh.a.) meşhur İhya'sında : " Zamanınızda müctehid kalmamıştır..İçtihad mertebesinde bulunmayan asrının en alimi de olsa, mezhep sahibinden naklen fetva verir.Mezhebinde bu mes'ele zaif de olsa onu terkedemez." buyuruyor. Yine İmamı Razi, İmamı Rafii, İmamı Nevevi "Bugün müctehid yoktur " buyuruyorlar.

 

 

Muhyiddini İbni Arabi (ks) hazretleri de : "Nasılki Peygamberlerin getirdiklerini anlamasak da onları tasdik etmemiz lazımdır.Müctehidlerin de gayb ilimlerinde sağlam makamları vardır..Onlar öyle alimlerdir ki, zanla hükmetseler zanları da ilimdir" buyurmuştur.

 

 

İkincibin yılın müceddidi onca ilmine ve şöhretine rağmen, büyük bir mütevazilikle :" Bizim gibi cahillerin bir-kaç hadis-i şerif işitmemiz, delil ve sened olamaz.Bir şeyin helal ve haram olması için müctehidin zan etmesi (ictihad yapması) lâzımdır.''[5] buyurarak meselenin ne denli ciddiyet ve önem arz ettiğini, bu ümmete ve müctehid taslaklarına ilan ve beyan etmişlerdir.

 

 

Kuyumcunun elinizdeki sarı yüzüğe daha gözle bakıp, altın olup olmadığını zan'la bile bilmesinden çok ileri bir şey bu..Takvanın ilme hürmetin kazandırdığı "hal" bu.
Bugün mezheplerin yaklaşık 700 yıldır donduğu ve bu yüzden örtülü şirk iddiası yapanlar [6] başka müçtehid gelemez diye yaygara yapanlar yukarıdaki isimlerini ve sözlerini zikrettiğimiz mübarek imamlardan daha alim oldukları örtülü iddiasındadırlar !

 

 

İşte ilim ehlinin tuzağa düştüğü nefsin oyuncağı olduğu an..! Zaten şeytan'da ilminden dolayı Adem aleyhisselama secde etmemiş, büyüklenmiş ve lanetliklerden olmamış mıydı? Bunlarda ilim sandıkları vehimleri yüzünden mübarek mezhep imamlarımıza teslim olmamakta inad ediyorlar! Sadece hanefi mezhebinde birmilyona yakın mesele olasılıklarla birlikte çözüme bağlanmıştır.Daha geride üç tane mezhebin çözümlerini de siz ilave ediniz.Çözümler var da bunları bulup, nakledecek alimler azaldı..!

 

 

Bazı çevreler, bir müctehide ittiba ile taklidin farklı şeyler olduğu iddiasındadırlar. Ancak bu iddiayı destekleyebilecek herhangi bir delil bulmak mümkün değildir. Zira bir müçtehidi taklid, o müçtehidin şer'i delillerden çıkardığı hükümlerle amel etmekten ibarettir. Yoksa müçtehidi "hüküm koyucu" noktasında görmek değildir. [7]

 

 

[1] Emanet ve Ehliyet, Y.Kerimoğlu, c.I, sh:46
[2] Yusuf Kerimoğlu, Fıkhi Meseleler,5/239,1984
[3] Pezdevi,usul; A.Aziz el Buhari Keşfül Esrar, Bilmen Kamusu, Anskl.İlmihal.
[4] Yusuf Nebhani, Vehhabilere cevablar, sh: 20
[5] İmam-ı Rabbani (ks) hazretleri, Mektubat c.1, 312. Mektub
[6] Yaşar Nuri Öztürk 20.7.1997 Akit gazetesi
[7] Y.Kerimoğlu, Emanet ve Ehliyet, c.I sh: 48


 






Karaman diyor ki:

Bu son ifadem meşhur necat (ebedi kurtuluş) meselesi ile ilgilidir.



‘’Son peygamber olan Peygamberimiz geldikten sonra O’nun davetine uyarak Müslüman olmayan, Allah’a şirk koşmadan, ahrette de şüphe etmeden iman eden ve ‘’Salih amel’’ işleyen (bütün dinlerde ortak olan iyi davranışlarda bulunan ve kötülüklerden uzak duran) Yahudiler, Hristiyanlar (Ehl-i Kitab) ahrette kurtuluşa erer mi?’’ sorusuna İslam alimleri üç cevap vermişlerdir. (kesinlikle yalan ve aldatmaca/ Hüseyin AVNİ)

1. Davetin ulaşması mümkün olmayan yerlerde yaşayanlar müstesna bütün insanlara Son Peygambere inanmak mecburiyetindedirler; inanmayanlar ahrette kurtuluşa erenez.
2. İmam Gazali’ye göre iman mecburiyetinin iki şartı var:

a) Peygamber’in tebliğinin sahih olarak ulaşması lazım.

b) Nazarı muharrik olacak şekilde olmalı; yani tebliğ yoğun ve tahrik edici olmalıdır.



1. Reşid Rızaların zamanından itibaren üçüncü adımın daha atılmış olduğunu görüyoruz. Mesela Abduh (öğrencisi Reşid Rıza ekleme yaparak bunu anlatıyor) ‘’Şüphesiz iman edenler, Yahudiler, Hristiyanlar ve Sabiiler(den) her kim Allah’a ve ahiret gününe iman eder ve amel-i salih işlerse, elbette onların Rableri katında mükafatları vardr. Onlar için herhangibir korku olmadığı gibi onlar üzülmeyeceklerdir de’’ (Bakara:2/62) mealindeki ayetin terfisinde şöyle diyor:

‘’Bu, Ehl-i fetret (Son Peygamber’den sonra yaşayan ve Müslüman olmayanlar) için de geçerlidir.’’ Allah’a, ahiret gününe iman eden ve amel-i salih işleyen kimseler için korkacakları bir şey yoktur, yani bunlar nacidir. (kurtuluşa ererler.)



Cevap:

Bir: İslam alimlerinin üç görüşü olduğu iddiası yanlış değil, kesinlikle büyük bir yalandır. Doğrusu, ‘’davetin ulaşması mümkün (ve vakı’) olmayan yerlerde yaşayanlar müstesna bütün insanlar Son Peygambere inanmak mecburiyetindedirler; inanmayanlar ahrette kurtuluşa eremez’’ şeklinde verilen görüş değil-akidedir. Bu hususta İslam Ümmetinin İcma’ı vardır. İmam Gazali’ye isnad edilen ifadeler de birinciden ayrı değil, bir bakıma onun aslıyla çelişmeyecek izahıdır.



Zira tabiidir ki, yeterince anlatılmayan, anlaşılmayan ve ehemmiyeti kavranmayan bir tebliğ, yok hükmündedir. Bunun böyle anlaşıldığının en açık delili, sadece Gazali’ye nispet edilebilen, Ondan başkasına nispet edilemeyen şu ifadelerin diğer alimlerce tenkid edilmemesidir. Aksi halde, şu ifadeler, Karaman’ın anladığı manada olsaydı ve bütün alimler buna sussaydı bu sapıklıkta icma’ olurdu. Aksine onların susması ve bir şey dememesi Gazali’nin sözlerinin birinci maddenin ma’nasına dahil olduğu sükuti bir icma oldu.



İki:

Avrupa’ya giderek oradan ma’hud düşünceleriyle dönen Abduh ile sadık talebesi Reşid Rıza’nın, şu iki mason biraderinin zırvaları, İslam Alimlerinin tamamının i’tikadını çöpe fırlatan görüşleri ne zamandan beri İslam alimlerinin görüşü, daha doğrusu inancı oldu?...

Efgani’ye karşı olanlar için, Onun taharet bezi bile olamazlar şeklinde çirkin sözleriyle öttürüleln ve çamur atmaya çabaladıklarının necaseti bile olamayacak olan bir medya kekliğine de bu dediklerimizi duyurmuş olalım.



Üç: Kaldı ki, mason biraderlerin şu sözü – ayetin ma’nasıyla alakalı olmasa da- birinci maddeye, ters düşmez uyar. Karaman, parantez arası (Son Peygamber’den sonra yaşayan ve Müslüman olmayanlar) sözüyle ya anlayamadı veya kasden tahrif ediyor. Mason biraderlerin sözünden böyle bir mana çıkmaz. Çünki,

Dört: Fetret kelimesini şimdiye kadar Ümmet’ten alim ve cahil hiçbir kimse böyle anlayıp anlatmadı. Karaman bu görüşte ilktir. Ve hiçbir delili de yoktur. İki Peygamber arasındaki dönem demek olak fetret nasıl böyle anlaşılır? Son Nebi sallallahu aleyhi ve sellem’den sonra hangi nebi gelecek ki Nebi sallallahu aleyhi ve sellem‘den sonraki dönem olsun. Kelimelerle bu denli oynamak neyin nesidir? Bilgisizliğin mi, art niyetin mi?



Beş: Söylenilenler eğer bir tıbbi arıza veya Mülci bir ikrah gibi ma’ziretler altın da söylenmemişlerse, bu Kur’an’ın ve Sünnet’in, yani dinin yok edilmesi için en sinsi plandır. Kevseri’nin dediği çıktı: Mezhepsizlik dinsizliğe götüren köprüdür. Doğru… Ne büyük bir keramet…



Altı: Kaldı ki, şu saçma iddiâ doğru bile olsa, ortaya iki büyük mahzûr çıkar: Birincisi, fetret dönemlerindekileri amelle mes’ûl tutmak; ki, bunu hiçbir İslâm âlimi dememiştir. Hattâ âyet açıkça beyân etmiştir. İkincisi de, Âhir zaman Nebîsi sallallâhu aleyhi ve sellem’e ve getirdiği Kur’ân’a inanmayı ve gereklerince amel etmeyi necât için gerekli gördüğünüz sâlih amelin dışına çıkarmak; bunu nasıl becerebildiniz?.. Bu nasıl bir tenâkuzdur; hattâ bu nasıl bir hezeyândır?...





Yedi: Amel-i Salih’e, (bütün dinlerde ortak olan iyi davranışlarda bulunan ve kötülüklerden uzak durmak) şeklinde yeni bir ta’rif getirilmiş. Böyle bir söz delilsiz bir iddiadır ki saçma ve batıldır; ne geçmişte ne de şimdlerde, -değil alimlerden- aklı başında ve hatta dengesizlerden hiçbir kimse böyle bir ta’rif ve sınırlandırma getirmemiştir. Bu da turfanda müctehidliğin alamet-i farikalarından olsa gerektir. Çünki tek din olan İslam’ın Şeriatlarının ortak müşterek noktaları iman esaslarının tamamı ve amellerinin hepsi değil, bir kısmıdır. O halde Şari’ kelamı olmayan şu ta’rif, Mefhüm-i Muhalifiyle, (Ki, Mefhüm-i Muhalif, Şari’in kelamı dışında, söz birliğiyle hüccettir.) dinin getirdiği fakat müşterek olmayan amelleri Salih Ameller’in dışında bırakır. Diin getirdiği amellerin bir kısmının Salih olmadığını söylemek ise bir Mü’min için asla düşünülemez. Biz Karaman’a kafir mi diyoruz?... Ne haddimize?.. Belki İkrah ve Usul-i Fıkıh’da geçen diğer ehliyet arızaları ve ma’ziretleri vardır ki bunlar elde olmayan ve ayıp da sayılmyacak şeylerdendirler. Biz, sözü edilen fiilin faili için konuşuyoruz…



Karaman Diyor ki;

Ben anılan konuşmamda, bu üç görüşü naklettim, her birinin delil ve dayanaklarını verdim ve özetle şunu dedim: Başka dinlerde, ötekilere böyle bir bakış mevcut değil, ama İslam düşüncesinde böyle bir görüş ve bakış mevcuttur. Kendim üçüncü görüşü benimsediğimi söylemedim ve savunmadım, yalnızca naklettim ve delillerini verdim. Ayrıca bu görüşün de savunulabileceği kanaatindeyim.

Cevâb

Bir: Üç görüş diye bir şey yoktur. Mü’minler kandırılmak isteniyor. Aksi halde isbât edilsin ama zamânın zındıklarından isim verilerek değil. Bunların delîli değil şübhesi bile yoktur. Âhir zamân nebîsine sahtekâr, kitabına da uydurma diyenlerin bütün İslâmî delîller ve bir buçuk milyonu aşkın İslâm âlemi ve geçmiş onca İslâm medeniyetleri önlerindeyken ma’zûr görülmelerinin delîl bir yana hangi şübhesi olabilir?..

İki: Böyle bir bakış ne İslâm inancında ne de sapık Mezheblere âid İslâm düşüncelerinde yoktur. Ortada süzme bir yalan, katıksız bir kandırma ve iftirâ vardır…

Üç: Kat’î nasslar karşısındaki -görüş bile olamayacak- bir hezeyânın görüş kabûl edilip savunulabileceğini söylemek, eğer her düşeni/yitiği bir bulan çıkar şeklindeki bir Arab ata sözü ma’nâsındaysa, doğru; evet ineğe ve sıçana tapınmayı bile savunan on milyonlar var. Yok eğer meşrû çerçevede ve ma’kûl sınırlar içinde bu da mümkindir denilmek isteniyorsa, Karaman’ın aksi inanca sâhib olduğu farz edilse bile ortada bir acabası ve tereddütü vardır. Bu acaba da, bir Mü’mindeki îmân’ı götürür.

Dört: Kaldı ki, mevzû bütünlüğü içinde asıl savunulan görüşün bu olduğu karînesiyle şu görüş mücerred bir nakil olmaktan çıkıp Karaman tarafından iltizâm edilmektedir. Kaçamak davranmanın âlemi yoktur. Nitekim nakillerin bazen sâhiblenildikleri de olur ki, onlar o zaman nakil olmakdan çıkıp da’vâ hâline gelirler.

Necat konusu (2)

"Hangi itikadda (din inancında) olanların, eninde sonunda cennete girebilecekleri" konusunun adı "necat meselesi"dir. "Necat ve İslam'ın, Müslüman olmayanlara yönelik çağrısı" hakkında, "Polemik Değil Diyalog" isimli kitapta yer alan konuşmamda söylediklerime itirazlar var. Bunlardan birini bir yazımda ele almıştım, bu yazıda konuya devam ediyorum.

Evet ben diyorum ki:

1. İslam düşüncesinde "Şirk koşmadan Allah'a, şüphesiz olarak ahirete iman eden ve salih amel işleyenlerin, Müslüman olmasalar da cennete girebileceklerini" kabul eden bir yorum vardır.

Cevâb: Bu yorum’u kabûl edilmeyip naklediliyorsa, soruyoruz: Bu yorum kime âiddir? İslâm âlimlerinde böyle bir yorum yoktur ve olamaz. Çünki, bu yorum denilen hezeyân, te’vîl/yorum kaldırmayacak netlikteki kesin nasslarla bâtıldır. Böyle bir hûsûsta yapılacak yorumlar yorum değil saçmalama olur. Hâ, Vatikan ve beslemelerine âid vesvesât olabilir. Bunu zâten kendileri açıkça söylüyorlar. Dolayısıyla saf Mü’minler lütfen kandırılmasın, aldatılmasın.

--------------------------
----------------
“Peygamberimiz (Kur'an, İslam) Ehl-i Kitabı Mutlaka ve Tek Seçenek Olarak Müslüman Olmaya Çağırmıyor” mu?

--------------------------
----------------

Karaman Diyor ki,

2. Bu yorumu benimseyenlere göre Peygamberimiz (Kur'an, İslam) Ehl-i kitabı, mutlaka ve tek seçenek olarak Müslüman olmaya çağırmıyor; a) Müslüman olmaya, b) Müslüman olmayı kabul etmezlerse (Musevi, İsevî… olmayı terk etmek istemezlerse) şirksiz olarak Allah'a, şeksiz olarak ahrete iman etmeye ve salih amele c) Her ikisini de kabul etmeyenleri belli şartlarla barışa veya teslim olup teb'a olarak yaşamaya (zimmî olmaya) davet ediyor. d) İslam'ı ve barışı kabul etmeyip Müslümanların yurtlarına ve dinlerine saldıranlarla da savaşıyor.

Cevâb: Burada da yalan söyleniyor ve Mü’minler kandırılıyor. Ehl-i Küfrün maşaları haline gelen zamane çorbacılarından başka şimdiye kadar Ümmet’in ne bir âlimi ne de bir câhili böyle söylememiştir. Bizim sözümüz satılmış mürtedler değil, İslâm âlimleri üzerindedir. Mü’minlerin inancında,

Bir: Önce İslâm’a da’vet

İki: Değilse, Zimmî olmaya da’vet,

Üç: Sonra da -onlar Mü’minlere harb açsın açmasın- onlarla harbetmektir.

Dört: Aradaki (şirksiz olarak Allah'a, şeksiz olarak ahirete iman etmeye ve salih amele) şeklindeki sözler uydurulup İslâm’a atılan iftirâlardır. Bu, birinci maddeden ayrı düşünülemeyecek olan bir şeydir ve onun bir parçasıdır. İslâm’da sadece müdâfaa/savunma harbinin olduğunu savunanlar, ya İ’lâ-i Kelimetüllâh’ı ortadan kaldırmak ve cihâd rûhunu söndürmek isteyen hâinler, ya onlardan tesirlenen cahiller veya İslâm’dan utanan hilkat ğarîbesi mü’minimsilerden başkası değildir. Böylesi bir sapık düşünce İslâm Ümmeti’nin icmâıyla bâtıldır.



Alıntıdır : ‘’Yahudi ve Hristiyanlar cennete girecek diyenler cennete giremez.’’ Yazarları: Ahmet Mahmut Ünlü, Mehmet Talü, Hüseyin Avni, Ali Eren
 
Ce site web a été créé gratuitement avec Ma-page.fr. Tu veux aussi ton propre site web ?
S'inscrire gratuitement