SEYYİD KUTUP


 
Cihan Sulhu ve İslâm
Bu kitapta Seyyid Kutub’un masonlara nasıl maşalık yaptığını, başta Eshâb-ı kirâm olmak üzere ehl-i sünnet büyüklerine nasıl dil uzattığını, Kur’ân-ı kerimi kendi kafasına göre nasıl tefsir ettiğini, İbni Teymiyyeci ve mason Abduhcu mezhepsiz bir sosyalist olduğunu bir lâboratuar kat’iyetiyle isbat ediyoruz. Seyyid Kutub’un kitapları, mezhepsiz Mevdûdî'nin kitapları gibi Türkçeye tercüme edilirken galiz hataların çıkarıldığına şahit olduk.
Türkçe tercümelerinde bile ne zehirler bulunduğunu okuyuculara isbat için Türkçe tercümelerini sayfa numaraları vermek suretiyle nasıl din düşmanlığı yaptığını göstermek istiyoruz.
Bekir Sadak isimli birisi tarafından tercüme edilerek CİHAN SULHU VE İSLÂM ismi verilen kitâba bir bakalım. Seyyid Kutub, diğer mezhepsizler gibi bütün kitâplarını nakil esası üzerine değil, mutlak müctehid usûlü ile Kur’ân-ı kerîm’den ve hadîs-i şeriflerden kendi kafasına göre manalar çıkarıp yeni din kaideleri koymaktadır. Evet Cihan Sulhu ve İslâm isimli kitâba göz atıyoruz:          
 
 
 “Devletçiliğe delince, bu sahada yapılan çalışmalar henüz pek azdır, cılızdır. Ve İslâm’ın bu tarafı gereği kadar açıklanmamıştır.” C. SULHU S. 13
Bu cümle ile İslâm’a ve İslâm âlimlerine iftira edilmiştir. Bugüne kadar hiçbir İslâm âlimi devletçiliği gereği gibi açıklamamış da Seyyid Kutub açıklıyormuş sanki Allahü teâlâ bugüne kadar devletçiliği açıklayan ve bu sahada çalışma yapan âlim ve halife yaratmamış. Başta dört halife olmak üzere, Emevî, Abbasî ve Osmanlı Halifeleri dinimizi bin küsur yıl idare etmiş,mezheb imamları ve diğer İslâm âlimleri vasıtası ile dinimiz açıklanmış, kanunlar, fetvalar hazırlanmıştır. Geçen asır yapılan MECELLE ise o kanunların, toplanmış şeklidir. Bir akâid kâidesidir ki, İslâm âlimlerini küçümsemek, kötülemek küfürdür. İslâm kâmil bir nizamdır, asr-ı saadetten beri tatbik edilegelmiştir. Çalışma yapılmamış, açıklanma yapılmamış demek, İslâm kâmil olarak hayat sürmemiş, kâmil âlimler gelmemiş demektir.
Seyyid Kutup, sosyalist hümanistliğine dayanarak diyor ki:
 
 
 “İslâmiyet diğer dinlere nefret manasını taşıyan dinî taassubu asla kabul etmez.” C.SULHU S. 22
İslâm’dan başka olan hıristiyanlık ve yahudilik gibi din mensubu kâfirleri sevmemek, taassup olarak gösterilmektedir. Halbuki Allah dostlarını dost, Allah düşmanlarını düşman bilmek her müslümana farzdır.
Evet Hümanist ve sosyalist yazar Seyyid Kutup diyor ki:
 
 
 “İslâm, bütün insanlığı birbiriyle yardımlaşan bir tek birlik sayar. Hattâ İslâm’a göre bütün insanlar yek diğerine yakın bağlarla bağlı olan bir ailedir. Allah’ın adâletinden eksiksiz faydalanma babında, ırk, renk ve din ayırımı yapmadan bütün beşeriyete mutlak adâleti vâdeder.” C.Sulhu S.23
İslâm’a göre kâfir müslüman bir âileymiş Bugüne kadar hangi İslâm âlimi böyle bir ifadede bulunmuştur? İnsanların kardeş olduğunu masonlarla hümanist sosyalistler söylemektedir. Dinimiz “Ancak müslümanların kardeş” olduğunu bildirmiştir. Evet dinimizde ırk ve renk ayırımı yapılmaz ama, DİN ayırımı yapılır. Müslümana, Zimmîye ve kâfire ayrı ayrı muamele ile emredildik. Müslümandan öşür ve zekât alındığı halde kâfir olan Zimmîden zekât değil, harac ve Cizye alınır. Müslüman zekât vermeye, namaz kılmaya cebredilir, fakat kâfirler zorlanamaz. İslâm âlimlerinin bu hükümleri mevcutken Seyyid Kutub hiç birisine iltifat etmeyerek kendi başına din kaideleri koymaktadır.
Allahü teâlâ buyurdu ki:
 
 
 “Allah’ın dinini yaymak için, malları ile canlarını fedâ ederek din düşmanları ile cihad edenler, evlerinde ibâdet edenlerden daha üstündür.” Nisâ Suresi 95. Âyet-i kerime.
Allahü teâlâ böyle buyururken Mısırlı sosyalist de şöyle zırvalıyor:
 
 
 “İslâm hiçbir zaman harbden gayesi zorla müslümanlığı insanlara kabul ettirmek değildir.” C. SULHU S. 32
 
 
Seyyid Kutub bu fikirlere delil olarak hangi İslâm âlimini gösterecek diye bir sual sormayın. Delil olarak Sir T. D. Arnold isimli bir ecnebinin kitabından pasajlar veriyor. Bakınız: C. Sulhu S. 32
Seyyid Kutub (Fizılâl) kitâbında ise mezkûr âyet-i kerimeyi açıklarken, harbin, cihadın Allah nizamını beşeri hayata hâkim kılmak için yapılmasının gerektiğini yazmak mecburiyetinde kalmış, böylece riyakârlığı meydana çıkmıştır. (Fizılâl) de de “İslâm kendisine inanmıyanları zorla davet etmez” diyor. Bir taraftan dine davet için savaş yapılmasını söylüyor. Az sonra da savaşla, zorla dine davet olmaz diyor.
Yine Allahü teâlâ buyurdu ki:
 
 
 “Hak din olan İslâm’ı kabul etmeyen kâfirlerle cizye vermeyi kabul edinceye kadar veya Hak dini kabul edinceye kadar onlarla harb edin.” Tevbe Suresi, âyet-i kerime 29
Dinimiz kâfirleri müslüman yapmak için cihadı emrettiği için, Eshâb-ı kirâm yer yüzüne dağılıp ölünceye kadar cihad ettiler. İstanbul’u fethetmek için kaç kere sefer yapılmıştır. Seyyid Kutub’a göre ise bütün insanlar birbirleriyle kardeştir, nasıl olur da zorla harb edilir? Kâfirleri müslüman yapmak için yapılan cihad barbarlıktır.
Seyyid Kutub, Nisâ Suresi’nin yüzüncü âyet-i kerimesini ehl-i sünnet âlimleri gibi tefsir ederek diyor ki:
 
 
 “Kim Allah yolunda hicret ederse yeryüzünde genişlik ve bereket bulur, yolda ölürse Cenâb-ı Hak bol bol mükâfat verir.”
Bu ifade muteber tefsirlere uygundur. Kâfir memleketlerinde kalan müslümanların İslâm memleketine hicret etmelerinin vacip olduğu açıklanmaktadır. Cihad, müslüman devletin, ordusu ile o günkü en yeni silâhlarla kâfirlerle savaşması demektir. Bir hizbin, bir derneğin, bir partinin veya masonların kontrolü altında çalışan İHVAN-I MÜSLİMİN isimli fitne şebekesinin hükûmet kuvvetlerine karşı ayaklanması ihtilâl düzenlemesi değildir. Seyyid Kutub, ileride inşaallah göreceğiz, birkaç müslümanı devamlı ihtilâle ve devlet kuvvetleriyle savaşmaya davet etmektedir. Bir memlekette müslümanlar kuvvetli ise zaten idareye hakim olur. Değilse, Seyyid Kutub gibi hareket ederek kendisiyle birlikte lider durumundaki müslümanların kanına girmek cihad değil fitnedir. Şayet o devlette yaşayamıyorsa hicret etmesi dinimizin emrettiği bir yoldur.
Kâfir memleketindeki müslümanlar, nasıl cihad edecektir? Polisi jandarmayı öldürmekle, kilisedeki putları yıkmakla cihad olmaz. Kâfir kanunlarının müsaade ettiği ölçüde din bilgilerini her tarafa yaymak, İslâm’ın ehemmiyetini herkese anlatmak, mücahid genç ve ihtiyar sayısını günden güne çoğaltmakla gerekli cihad yapılmış olur.
Seyyid Kutub bir taraftan müslümanlar ihtilâlci olur, ihtilâlle başa geçer derken, bu kitabında da şöyle demektedir:
 
 
 “İktidara geçmek isteyen, ancak bir tek yoldan bu makama ulaşır: Halkın mutlak arzusu ile, hür seçim yolu ile” C. Sulhu S. 119
 Tabiî hiçbir delil göstermemektedir. Veya Kûr’an-ı kerîm’den kendi anladığı manaları yazmaktadır. Ehl-i ilim bilir ki Ebubekir-i Sıddık radiyallahü anh, tayin suretiyle Ömer radiyallahü anh’ı halife seçmiştir. Hazret-i Ömer radiyallahü anh da Halife seçimini altı kişilik bir şûraya havale etmiştir. Hazret-i Osman radiyallahü anh’ı da bu altı kişilik şûra seçmiştir. Ondan sonra biatler yapılmıştır. Ancak dinimizde Mevdûdî’nin ve Seyyid Kutub’un bildirdiği gibi hür seçim yolu, modern seçim yolu yoktur. Dinimizde insanlar eşit olmadığı gibi müslümanlar da kendi aralarında bile eşit değildir. İmâm-ı Gazâlî’nin re’yi ile dağdaki çobanın veya evdeki kocakarı re’yi eşit değildir. Herkesle iştişare edilmez. Ancak ilim ehliyle, bilenler ile iştişare edilir. Mezhepsiz Mevdûdî, daha önce de açıkladığımız gibi, HİLAFET VE SALTANAT isimli kitabında “Bugünkü modern usulle seçim yapılsaydı, Hazret-i Ali kazanırdı” diyor. Zaten İbn-i Teymiyyeci bütün mezhepsizler Seyyid Kutub gibi hür seçim yolundan bahsetmektedirler.
Seyyid Kutub iştişareye bile herkesin iştirak etmesini isteyerek şöyle diyor:
 
 
 “Meşveretin icabı, insanların işlerini tedbir ve idare hususunda hepsinin iştirakinden ibarettir.” C. Sulhu S. 120
Âlim, cahil, sâlih, fâsık ayırt etmeden, eşitlik esası üzerine herkesi davet et. Bu sapık fikri de İslâm’a mal et.
Bilindiği gibi Seyyid Kutub önceleri sosyalist idi. Ancak bir kimsenin öncelerinin sosyalist olması onu kınamayı gerektirmez. Fakat Seyyid Kutub, dinimizi sosyalist açıdan anlatmakta, marksistliğin tesirinden kurtulmadığı ve hâlâ sosyalistliğinin devam ettiği görülmektedir. Zekât mevzuunda ise marksistliğini gizleyememektedir.
Zekât nedir? Zekât, malın belli bir kısmını Kur’ân-ı kerîm’de bildirilen yedi sınıf müslümana vermektir. Hanefi mezhebinde ise bu yedi sınıftan bir sınıftaki müslümana vermekle de farz yerine gelmiş olur. Zenginin zekâtını, fakirin eline vermesinin lâzım olduğunu bütün ehl-i sünnet âlimleri bildirmektedir. Meşru hükûmet, yani şer’i hükûmet fakirin vekili olarak zekâtı alır, fakirlere dağıtır.Hükûmet aldığı zekât parası ile yol köprü yaptıramadığı gibi hiç bir hayır kurumuna da veremez. Zekât yalnız yedi sınıf insanın hakkıdır. Kur’ân-ı kerim’de bildirilen bu hakkı hiçbir mezhepsizin değiştirmeye hakkı yoktur.
Hadis-i şerifte zekâtın fakir akraba varken başkalarına verildiği takdirde, zekâttan sevap alınamıyacağı, makbul bir zekat verilmiş olmayacağı bildirilmektedir.
Hal böyle iken marksist ruhlu Seyyid Kutub çıkıyor şöyle diyor:
 
 
 “Şurası bir gerçektir ki, ZEÂT adını taşıyan bu vergiyi, her vergiyi tahsil ettiği gibi, ancak devlet tahsil eder. Ve yine cemiyetin ihtiyaç ve şartlarına göre değişebilen belirli bir usûl dahilinde sarfedilmesi ile vazifeli olan da devlettir.” C. Sulhu S. 152
Zekât, yedi sınıf insanın ve fakirin hakkıdır. Cemiyetin ihtiyaçlarına sarfedilemez. Sarfedilmesi dört hak mezhebe aykırıdır, mezhepsizliktir. Hazret-i Ebu Bekir-i Sıddîk radiyallahü anh, zekât vermeyenlerden zorla almak istediği ve alınacak zekâtın da Kur’ân-ı kerîm’de bildirilen yedi sınıf müslümana verileceği bildirilmektedir
Sosyalist Kutub’un şeriatı tahrif edici ifadesi de şöyledir:
 
 
“Yine devlet, ordu kurmak ve onu silahlandırmak için, az olsun, çok olsun, her servetten % 2,5 nisbetinde bir vergi alınmasını mecburî kılan bir kanun va’zetse ve bu vergiden gelen varidatı umumî sarfiyat bölümlerinden askerin masrafına tahsis etse, vay efendim, asker dilencilik etme durumuna düşürüldü, şan ve şerefi ayaklar altında çiğnendi mi denecektir?” C. Sulhu S. 152-153
Dinimizde yeni kanunlara ihtiyaç yoktur. Hangi servetten ne miktar zekât, öşür alınacağı bellidir. Bir kere mezhep imamlarımızın bildirdiğine göre her servetten zekât alınmaz. Her servetin bir limit noktası vardır. Az olsun çok olsun denemez. Şeriat ve mezhep imamları bu ölçüyü koymuştur. Hiçbir devlet bu ölçülerin dışına çıkamaz. Havaciyeyi asliye denilen ihtiyaç eşyası zekâta tâbi değildir. Zekât her servetten % 2,5 alınmaz. Saime hayvanların zekâtı verilir.Yük taşımak için, yün için beslenen hayvanların zekâtı verilmez. Deve zekâtı beşte birdir. Yani  % 20’dir. Sığır zekâtı otuzda birdir. Fakat otuzdan miktar arttıkça verilecek zekât durumu da değişmektedir. Koyun zekâtı kırkta birdir. Koyunun miktarı arttıkça nisbet de değişmektedir. At hayvanı için nisap yoktur. Her at için bir miskal altın verilir.
Belli bir kilodan sonra öşür vermek farz olur. Hayvan gücü, dolap vesaire ile sulanan arazilerde öşür %5 iken salma su ile sulanan arazilerde öşür %10’dur. Seyyid Kutub’un dediği gibi her servetten % 2,5 alınmaz. Şeriatın bildirdiği hudutlardan dışarı çıkılmaz. Seyyid Kutub mezhep imamlarının  bildirdiği hükümleri şeriat kabul etmeyip kendi aklını şeriat kabul ettiği için böyle saçmalamakta, az olsun, çok olsun her servetten % 2,5 vergi alınmak için kanun konabileceğinden bahsetmektedir. Şeriat, binek için olan, yük taşımak için olan hayvanını zekâtı olmaz derken Seyyid Kutub her servet tabirini kullanmaktadır. Sonra İslâm nizamında kanunlar va’zedilmez. Bütün kanunlar Allahü teâlâ tarafından va’zedilmiş olup, ehl-i sünnet âlimlerince de açıklandığı için yeni bir kanuna, Seyyid Kutub’un dediği gibi % 2,5’luk bir vergiyi mecbur kılacak bir kanuna ihtiyaç yoktur. Şeriat hükûmeti mevcut şeriat kanunlarını tatbik etmekte yükümlüdür.
Yine C. Sulhu kitabının 153. sayfasında aynı hezeyanı savurmakta, “Zekât bir elden çıkıp diğer ele geçen ferdî bir ihsan ve sadaka değildir. Eğer bugün bazı kimseler, mallarının zekâtını bizzat kendi elleriyle ayırıp yine kendi elleriyle dağıtıyorsa, bu İslâm’ın farz kıldığı bir şekil ve nizam değildir.” Diyebilmektedir. Halbuki yeminle bildirilen Hadîs-i şerifte fakir akraba varken başkalarına verilen zekâtın makbul olmayacağı bildirilmektedir. Müslüman bir kavim zekâtını vermezse şeriat hükûmeti, bunu zorla alır, fakirlere verir. Eğer halk zekâtını veriyorsa devlet bunu alamaz.
Seyyid Kutub, C Sulhu kitabının 149. sayfasında zekâtı verilmiş olan malın tevadülden çekilmesini, saklanmasını suç kabul etmektedir. Halbuki zekâtı verilmiş olan mal ne kadar saklanırsa saklansın sahibine zarar vermez. Hadika’da bildirilen Hadîs-i şerifte “Mallarınızı zarardan zekâtını vermek suretiyle koruyoruz.” buyurulmaktadır. Yine Hadîs-i şerifte “Zekâtı verilen mal, saklanmış mal sayılmaz” buyurulmuştur. Bu hadîs-i şerif Menavi’de zikredilmektedir.
Seyyid Kutub şeriat dışı bu saçmasına delil olarak şöyle bir hadîs-i şerif yazmıştır:
 
 
“Para ve külçe halinde altın ve gümüş toplar da, onu alacaklısına vermek üzere hazırlamaz ve Allah yolunda sarfetmezse, topladıkları kıyamet gününde kendisinin dağlanacağı biriktirilmiş mal olur.”
Hadîs-i şerife kaynak göstermediği için ifadenin bu şekil olup olmadığını bilmiyoruz. Ancak bu hadîs-i şerif de kendi aleyhinedir. Şöyle ki, Hadîs-i şerifte şöyle denilmektedir: Bir insan parasını toplar da alacaklısına vermezse, Allah yolunda sarf etmezse yani Allah’ın farz kıldığı zekâtı vermezse, Allah’ın farz kıldığı Hacca gitmezse, toplanılan mal biriktirilmiş mal olur. Hadîs-i şerif’ten de anlaşılacağı üzere zekâtı verilen mal biriktirilmiş mal değildir. Zaten bu manadaki hadîs-i şerifi de yukarıda zikrettik. Tabii hadîs-i şerifi kendimiz açıklamadık. İslâm âlimlerinin kitaplarından aldık. Yukarıda Menavi’de bildirilen hadîs-i şerif Taberani’den alınmıştı.
Şeriatın emirlerinin kanun şeklini aldığı Mecellede, Dürrülmuhtarda ve hadîs-i şerifte, bir kimsenin şahsi malının onun rızası olmadan alınamıyacağı, kullanılamıyacağı bildirilmektedir. Fakat Marksist ruhlu Seyyid Kutub yine C. Sulhu kitabında şöyle demektedir:
 
 
“Devlet şahsi mülkiyetten ihtiyacını gerektirdiği kadar iade etmemek üzere alır ve toplumun umumî ihtiyaçlarına sarfeder.”
Halbuki şeriat hükûmeti, tebaasındaki müslüman ve zımmîlerin mal, can ve ırzlarını korumakla vazifelidir. Şahsî mallarını almaya hakkı yoktur. Devletin umumî ihtiyaçları ancak Beytülmal’dan sarfedilir. Bu bakımdan Beytülmal har vurup harman savurulmaz, kaynakları kurutulmaz. Ondan tüyü bitmemiş çocuğun hakkı vardır. Beytülmal ile sosyalist devlet hazinesi bir değildir. Halkın elinden şahsî malını almak bâtıl sistemler içerisinde sadece komünizmde vardır. Seyyid Kutub’un kapitalizm düşmanlığı komünizm hayranlığını doğurmuş demek...
Seyyid Kutub hiçbir muteber İslâm âliminden nakil yapmadan kendi kafasına göre yazıyor. Sonunda da şöyle diyor:
 
 
“İşte İslâm budur.” C.Sulhu S. 150
Seyyid Kutub, 149. ve 150. sayfalarda şahsî mülkiyetin sınırsız bir hak olmadığından bahsederek devletin tasarruf hakkının daima mahfuz bulunduğunu zikretmektedir.
Komünistler gibi devamlı şahsî mülkiyete devletin el koyabileceğinden bahsetmektedir. Şeriat hükûmeti, gayrî meşru kazançları bile sömürücünün elinden aldıktan sonra, sahibini bulup ona vermek mecburiyetindedir. Sen bunu gayri meşru kazandın diye önüne gelenin malın alıp sağda solda ve sahibini araştırmadan, millet menfaatinde kullanamaz.
İslâm nizamında zalim olan hükûmete bile isyan edilmez. Hadîs-i şeriflerde şöyle buyuruldu.:
 
 
“Emire isyan eden kimseye Cennet haramdır.”
 
 
“Başınızdaki emir, Habeşi köle de olsa itâat ediniz.”
 
 
“Âdil olsun, zâlim olsun, her emîrin emri altında cihad edin.”
 
 
“Fâsık, fücur, her imamın –her emirin- arkasında namaz kılın.”
Son hadîs-i şerifi Ebussuud Efendi, şöyle açıklamaktadır. Devlet reisi fâsık da olsa, zâlim de olsa fitneye sebep olmamak için onun arkasında Cuma namazı kılın. Mahalle imamları fâsık ve zalim olurlarsa onların arkasında namaz kılınmaz.
Emir fâsık olursa, zulm yaparsa ona isyan etmek, ihtilâl yapmak caiz değildir. Şeriatın bildirdiği şekilde emr-i ma’ruf yapılır. Emr-i ma’rufu yapmak ise her müslümana vacipdir.
Hadîs-i şerifte şöyle buyurulmuştur:
 
 
“En kıymetli cihad, zâlim sultan karşısında, hakkı söylemek, doğru yolu göstermektir.”
Bu İslâm nizamındadır. Küfür nizamında emr-i ma’ruf yapıyorum diye her önüne gelen, küfrün kanunlarını çiğneyerek devlet reislerine hakkı tavsiye etmeye kalkması fitnedir. Küfrün kanunlarının boşluk noktalarından istifade ederek hakkı tavsiye etmek ise cihaddır.
Hal böyle iken Seyyid Kutub, C. Sulhu kitabının 163. sayfasında İslâm’da ihtilâl ruhunun bulunduğunu, yani müslümanların haksızlık ve zulüm karşısında ihtilâl yapmalarının gerektiğini belirterek şöyle söylemektedir:
 
 
“Bu ihtilâlin muvaffak olmasını sağlamak için, müslümanlara cihadı farz kılması da zarurî idi.”
Zarurî olan burada kimdir? Elbette cihadı farz kılan Allahü teâlâ. Hâşâ Allahü teâlâ’nın hiçbir iyiliği emir, kötülüğü nehyetmesi zarurî değildir. İhtilâlde muvaffak olmak için cihadın farz kılınması zarurî imiş. Allahü teâlâ cihadı farz kılmazdı da başka yollardan kâfirleri müslüman edemez miydi? Allahü teâlâ’yı bir şeyi yapmaya mecbur kılmak, zarurî kılmak küfürdür.
Seyyid Kutub, Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem Efendimizin kâfirlerle yaptığı anlaşmaları unutarak şöyle demektedir:
 
 
“İslâm, yeryüzünde zulmeden hiçbir kuvvetle mütareke yapmaz, yapmamakla mükelleftir.” C. Sulhu S. 165
Şu kâfirlerle ittifak edeyim de öbür kâfiri yeneyim. Bilâhire bu kâfiri de yenmeye çalışırım demek, Seyyid Kutub’a göre caiz değildir. Hatta yakında Türkiye’ye gelen Muhammed Kutub, İslâmî olan bir partinin gayrî İslâmî olan partilerle koalisyon yapması caiz değildir diye fetva verip gitmiş. Kutublar gibi sosyalist ve mezhepsiz kargaları kılavuz yapanların burunları pislikten kurtulmaları mümkün mü?
Seyyid Kutub da diğer mezhepsizler gibi kitaplarının çeşitli yerlerinde İslâm düşüncesi tâbirini kullanmaktadır. Meselâ C. Sulhu’nun 167. sayfasında da bu tâbiri kullanmaktadır.
Dikkat edilmişse bütün mezhepsizler, İslâm düşüncesi, İslâm nazariyesi, İslâm teorisi, faiz nazariyesi gibi tabirler kullanmakta ve kitaplar yazmaktadırlar.
İbn-i Teymiyyeyi büyük bir âlim olarak gören Diyanet Reisi bile Kur’an’da evrim teorisinden bahsetmektedir.
Düşünce, nazariye, teori gibi ifadeler şüpheyi gerektirir. Mutlak bir hükmü belirtmez. İslâm ise kesin hükümdür. Faiz nazariyesi değil, faiz hükmü denir. İslâm düşüncesi denilmez, İslâm şeriatı gibi kesin bir ifade kullanmak gerekir.
Mezhepsizlerin tesiri altında kalan birçok müslüman gazetecilerimiz bile İslâmî görüş tabirini kullanmaktadırlar. İslâm’da görüş yoktur. İslâm’da hakikat vardır, kesin hüküm vardır.
Seyyid Kutub, C. Sulhu kitabının 179. sayfasında şer kuvvetlerle karşılaşınca tek başına bunlarla savaşmak gerektiğini yazmaktadır. Hep mi savaşacağız? HENDEK harbinde olduğu gibi hiç mi siperlenmiyeceğiz? Yenilmiyeceği oldukça belli olan bir şer kuvvetin üstüne gitmek, kendini tehlikeye atmak demek değil midir? Âyet-i kerime ile bu yasak edilmemiş midir? Bir kişisin, bin kişinin üzerine git, öldürüldükten sonra da bu ahmağa şehit ünvanını ver, hangi kitapta var bunun yeri?
Seyyid Kutub, maalesef bunu yapmıştır. Filizlenen islâmî hareketin tamamen söndürülmesine sebep olmuştur. Mısır’a gidenler bunun acı izlerini görmüşlerdir.
Hadîs-i şeriflerde şöyle buyuruldu:
 
 
“Fitne uykudadır, uyandırana lânet olsun.”
 
 
“Zâlimin zulmünü değiştiremeyen, oradan hicret etsin.”
Fitne çıkarmaya cihad demek, hicrete ise firar demek, mezhepsizlerin taktiğidir. Fitne çıkarmanın adam öldürmekten daha büyük günah olduğu Kur’ân-ı kerîm’le sabittir. Hicret ise sünnettir. Sünneti küçümseyen ise kâfirdir.
ileri
Ce site web a été créé gratuitement avec Ma-page.fr. Tu veux aussi ton propre site web ?
S'inscrire gratuitement